26 Ocak 2024 - Cuma
Doç Dr Derya Berrak: İşte Biz O Gün Tükeneceğiz!
Doç Dr Derya Berrak: İşte Biz O Gün Tükeneceğiz!
Yazar - Doç Dr Derya Berrak
Okuma Süresi: 11 dk.
516 okunma
Doç Dr Derya Berrak
-İşte biz O gün Tükeneceğiz!
Doç. Dr. Derya BERRAK YENTÜR
Bireylerin ve toplumun yaşadığı hızlı değişimler, teknolojik gelişmeler ve iş hayatındaki zorluklar, tükenmişlik sendromunu daha da ön plana çıkarıyor. Sosyolojik bir bakış açısıyla ele alındığında, bu sendromun sadece bireylerin değil, aynı zamanda toplumun genel dinamiklerinin bir yansıması olduğu görülebilir
Günümüzde, ofislere kahramanca koşan, evdeki bulaşıkları hallederken sosyal medyada "mükemmel" hayatlarını inşa eden bizler, içimizdeki sessiz çığlıkla bir gün tükenme ihtimalimizin fısıldadığını duyuyoruz.
Dünya Sağlık Örgütü'nün de ifade ettiği gibi, tükenmişlik sendromu, iş yerindeki kronik stresin yetersiz yönetilmesi sonucu ortaya çıkan bir durumdur. Enerji seviyemiz gün içinde cep telefonumuzun şarjı gibi giderek düşer, mesleğimizden soğuruz ve verimliliğimiz WhatsApp gruplarında atılan esprili emojiler gibi yavaşça kaybolur.
Türkiye'deki çalışmalar, sağlık çalışanlarının yüzde 68'inin aile yaşantısının, yüzde 74'ünün mesleki gelişiminin, yüzde 84'ünün ise arkadaşlık ve sosyal ilişkilerinin pandemiden etkilendiğini gösteriyor. Bu da işin sadece bir kısmının değil, yaşamın genelinde tükenmişlikle karşılaşabileceğimizi gösteriyor.
Gençler, ergenlik döneminde yaşadıkları sorunlarla mücadele ederken tükenmişlikle karşılaşabilirler. Sınavlar ve gelecek kaygısı gibi akademik baskılar gençleri olumsuz yönde etkileyebilir. Sınav stresi gençlerin enerji seviyelerini düşürebilir ve motivasyonlarını azaltabilir. Aynı zamanda, gelecekleri hakkındaki belirsizlikler gençlerde tükenmişlik duygularını tetikleyebilir, çünkü bu belirsizlikler gençlerin kendilerini gelecekleri için yeterince hazırlıklı hissetmelerini engelleyebilir.
Sosyal medya kullanımının yaygınlaşması, gençler arasında karşılaştırma ve rekabetin artmasına yol açabilir. Sanal dünyada yaratılan mükemmel hayatlarla gerçek yaşantıları karşılaştırmak, gençlerde tükenmişlik hissini artırabilir. Sosyal medyanın yarattığı baskı, gençleri sürekli olarak kendilerini başkalarıyla kıyaslamaya ve sosyal standartlara uymaya zorlayabilir, bu da tükenmişlik sendromunun ortaya çıkmasına neden olabilir.
Gençlerin tükenmişlik canavarıyla baş etmeleri için farklı yöntemlere başvurmaları önemlidir. Örneğin, gençler, sınav stresiyle başa çıkmak için etkili öğrenme ve sınav stratejileri geliştirebilirler. Ayrıca, gelecekleri hakkındaki belirsizlikleri kabul etmek ve bu belirsizliklerle başa çıkma becerilerini geliştirmek, tükenmişlik duygularını azaltabilir.
Sosyal medya kullanımını dengelemek de gençler için önemlidir. Gerçekçi olmayan beklentilere kapılmadan, sosyal medyayı bilinçli ve sağlıklı bir şekilde kullanmak, gençlerin kendi yaşamlarıyla barış içinde olmalarına yardımcı olabilir. Aynı zamanda, sosyal medyada gerçek hayatın sadece bir yansıması olduğunu anlamak, tükenmişlik hissini azaltabilir. Gençlere destek sağlayan bir sosyal çevre oluşturmak da tükenmişlikle mücadelede etkili bir strateji olabilir.
Tükenmişlikle ahlaki incinme arasındaki ince çizgiyi çözmek, biraz karmaşık bir sudoku çözmek kadar zor olabilir. Ahlaki incinme dediğimiz şey, sanki bir bireyin kontrol panelindeki etik değerler düğmeleri bir anda kaosa dönmüş gibi hissetmesidir. Yani, "Aman tanrım, bu etik şifresini girişirken neden '1234' yazdım ki?" gibi bir durum. Örneğin, iş yerinde yöneticinin haksız bir talimat vermesi ve bireyin bu talimata uymak zorunda kalması durumunda ahlaki incinme yaşanabilir. Bu durumda, birey kendi etik değerleri ile iş yerindeki beklentiler arasında sıkışmış hissedebilir, bu da moral ve motivasyon kaybına neden olabilir. Ahlaki incinme, iş yaşamında karşılaşılan etik ikilemlerle başa çıkma zorluğunu ifade eder.
Tükenmişlik ise biraz daha kişisel bir meseledir. Bu, sanki hayatın içinde bir enerji vampiri dolaşıyormuş da sürekli enerjiyi emiyormuş gibi bir hissiyat yaratır. Mesela, gün içinde işten işe koşarken, bir yandan da evdeki bulaşıkları hallederken, bir yandan da sosyal medyada kendi "mükemmel" hayatını inşa ederken, bir noktada içimizden bir ses, "Bu gidişle ben bir gün burada tükenirim!" der. İşte, tükenmişlik dediğimiz bu sessiz çığlık.
Şimdi kuşaklar arası farklara gelelim. Milenyum kuşağı, sanki tükenmişlik duygusuna daha maruz kalan bir grup gibi öne çıkıyor. Araştırmalar, bu kuşağın, yaşın ve çalışma süresinin artmasıyla duygusal tükenmenin de arttığını gösteriyor. Yani, teknoloji ilerledikçe, tükenmişlik daha da ilerliyor gibi bir durum söz konusu.
Pandemi sürecinde iş dünyasında meydana gelen değişiklikler de cabası. Artan çalışma saatleri, iş-yaşam dengesinin yerle bir olması gibi faktörler, sanki tükenmişlik canavarını serbest bırakmış durumda. Özellikle beyaz yakalı çalışanlar, sürekli iletişim beklentisi ve belirsizlikle başa çıkarken adeta tükenmişlikle dans ediyorlar.
Emeklilik dönemi, çalışma hayatının sona erdiği, hayatın keyfinin çıkarıldığı bir kırılma noktası gibidir. Ancak, bu keyifli dönemi gölgeleyen bazı meseleler vardır ki birkaç emeklinin elini kaldırmasıyla başlar, biraz eleştiri alır, biraz da toplumun gündemine oturur. Emeklilerin maaşlarındaki adaletsizlik, sanki bir tiyatro oyununun kritiği gibi herkesin dilinde. Kimi emekli, aldığı maaşı karnesine göre değerlendirir ve temel ihtiyaçlarını ancak karşılayabilirken, öte yanda bazı emekliler var ki sanki banka kasasını çalsa fark edilmeyecek, o kadar yüksek maaşlar alıyorlar. Bu durum, toplumda bir eşitsizlik algısı oluşturarak eleştirilere maruz kalıyor.
Emekli maaşlarındaki bu 'rol dağılımı krizi' kamuoyunda sıkça konuşuluyor. Kimi emekli, ay sonunu zor getirirken, diğer yanda bazı emekliler var ki sanki her ay 30 gün değil de 300 gün sürüyor, o kadar lüks harcamalar yapıyorlar. Bu durum, emeklilik sisteminin adil olup olmadığı konusunda birçok soru işareti bırakıyor.
Öte yandan, medyanın bu tükenmişlik sendromuna katkısı da bir hayli ilginç. Medya, sadece emekliler arasındaki eşitsizliği değil, toplumun genel tükenmişlik hissini tetikleyen bir rol üstleniyor. Günümüzde, medyanın sürekli olarak olumsuz olayları, stres yaratan haberleri vurgulaması, insanların tükenmişlik duygusunu artırıyor. Ayrıca, sosyal medyanın yaygın kullanımı, insanları sürekli olarak başkalarıyla kıyaslamaya yönlendiriyor ve bu da tükenmişliği besliyor. Bu durumda belki de medyanın biraz daha pozitif haberlere yönelmesi, toplumun genel tükenmişlik hissinin azalmasına katkı sağlayabilir.
Madalyonun öbür yüzüne bakılacak olursa; Günümüzde medya çalışanları, haber ajanslarında, televizyon kanallarında veya dijital platformlarda yoğun bir tempoda çalışarak haberleri anında ulaştırma sorumluluğunu üstlenmektedir. Ancak, bu hızlı tempolu çalışma ortamı, medya çalışanlarında tükenmişlik sendromuna neden olabilmektedir. Medya çalışanlarının tükenmişlikle başa çıkma sürecinde, sürekli haber akışı, sıkıntılı olayları ele alma ve zaman baskısı gibi faktörler etkili olmaktadır. Bir yandan olayları doğru, hızlı ve tarafsız bir şekilde aktarma görevini yerine getirirken, diğer yandan toplumun beklentileri ve eleştirileriyle başa çıkmak zorunda kalmaktadırlar. Özellikle kriz dönemlerinde, medya çalışanları sürekli olarak güncel kalmak, anlık gelişmeleri takip etmek ve doğru bilgiyi hızlıca iletmek zorundadır. Bu durum, çalışanların iş yükünü artırabilir ve sürekli stres altında olmalarına neden olabilir. Ayrıca, olumsuz haberlerle sürekli temas halinde olan medya çalışanları, zamanla duygusal yıpranma yaşayabilirler.
Peki, bu tükenmişlikle nasıl başa çıkılır? Bireyler, iş yüklerini etkili bir şekilde yönetmeli, sınırlarını belirlemeli ve sosyal destek ağlarını kullanmalı. Yani, mesela iş yerindeki masayı sıkıldıkça sandalyeyle değiştirmek gibi! Organizasyonlar da iş düzenlemelerini gözden geçirmeli, çalışanların beklentilerini anlamalı, liderlik tarzlarını iyileştirmeli ve açık iletişim ortamları oluşturmalı. Ayrıca, çalışanlara işlerine anlam katmaları için biraz esneklik tanımak da önemli. Belki de bir gün yazdıkları günlüklerden en çok okunan kitap çıkabilir!
Eğer hayatımız bir film olsa, tükenmişlik duygusuyla dans eden bu canavar, bir köşede kahkahalarla izleyen bir seyirci olabilirdi. Ancak gerçek hayatın karmaşasında, bu canavarla başa çıkmak zorlu bir görev. Bireyler için, iş yüklerini etkili bir şekilde yönetmek önemlidir. Sınırlarını belirlemek, zamanı doğru yönetmek ve sosyal destek ağlarını kullanmak, tükenmişlikle mücadelede etkili stratejilerdir. Belki de bir gün iş yerindeki masayı değiştirmek yerine, bir mola verip masadan uzaklaşmak, taze bir nefes almak tükenmişliği hafifletebilir. Organizasyonlar da önemli bir rol oynar. İş düzenlemelerini gözden geçirmek, çalışanların beklentilerini anlamak ve liderlik tarzlarını iyileştirmek, çalışanların motivasyonunu artırabilir. Açık iletişim ortamları oluşturmak, çalışanların duygusal ihtiyaçlarına daha duyarlı bir şekilde yaklaşmak, iş yerindeki atmosferi olumlu yönde etkileyebilir. Pandemi sürecinde yaşanan değişikliklere odaklanmak da önemlidir. Artan çalışma saatleri ve iş-yaşam dengesinin bozulması gibi faktörler, tükenmişlik duygusunu tetikleyebilir. Bu nedenle, esnek çalışma düzenleri oluşturmak, çalışanların kişisel ihtiyaçlarına daha uygun bir çerçeve sunabilir. Ayrıca, çalışanlara işlerinin anlamını göstermek, geri bildirim süreçlerini güçlendirmek ve adaleti sağlamak da tükenmişlikle mücadelede etkili olabilir. Kuşaklar arası farklılıklara dikkat etmek de unutulmamalıdır. Milenyum kuşağının daha fazla tükenmişlik yaşaması, iş dünyasındaki değişimlere ve teknolojik gelişmelere bağlı olarak ortaya çıkan yeni zorluklara işaret edebilir. Bu durum, iş dünyasının ve organizasyonların kuşaklar arası iletişimi ve iş kültürünü daha iyi anlamalarını gerektirebilir.
Tükenmişlik sendromu, sadece bireyin iç dünyasını değil, aynı zamanda toplumsal yapıları da etkileyen karmaşık bir olgudur. Psikoloji ve sosyoloji disiplinlerini entegre ederek bu sendromu anlamak, bireysel deneyimleri toplumsal dinamiklerle buluşturmak anlamına gelir. Bir başka deyişle; tükenmişlik sendromu bireylerin ve organizasyonların ortak sorunudur. Ancak, bu sorunla başa çıkabilmek için bireylerin ve organizasyonların birlikte çalışması gerekmektedir. İş dünyasında yaşanan hızlı değişimlere ayak uydurmak, esneklik sağlamak ve sosyal destek sistemlerini güçlendirmek, tükenmişlikle mücadelede etkili adımlardır. Unutulmamalıdır ki, birlikte hareket etmek, tükenmişlik canavarını alt etmek için en güçlü stratejidir.
Çünkü birlikte hareket etmeyi öğrenemezsek, Sezen Aksu’nun o güzel şarkısında seslendirdiği gibi;
“ Etrafımızı sarıverecek
Bir boşluk ki asla bitmeyecek
Her şey bir anda anlamsız gelecek
İşte biz O gün Tükeneceğiz!”
Yorumlar (0)
Tüm Yazıları